1970’lerde Koko adlı genç bir goril, insan işaret dilini kullanma becerisiyle tüm dünyanın dikkatini çekti. Ancak Koko gibi hayvanların “ne söylediklerini” gerçekten anlayamadıklarına inanan şüpheciler vardı. Günümüze geldiğimizde ise anlatı değişiyor. Bilim insanları artık bitkiler de dahil olmak üzere sayısız türün kendilerine özgü yöntemlerle nasıl iletişim kurduklarını gözlemlemek ve çözmek için gelişmiş sensörler ve yapay zeka teknolojisi kullanıyor.
“Dijital biyoakustik” olarak bilinen bu gelişmekte olan alanın temel amaçlarından biri, hayvan iletişimini insan merkezli bir kalıba sığdırmaya çalışmak yerine, kendi terimleriyle anlamak. Örneğin, insanlar bal arılarının titreşimsel ve konumsal dilini anlamayı zor bulabilirken, yapay zeka bunu çözebilir. Veya köpeklerle kokular düzleminde bir iletişim kurmak da buna dahil.
Çığır açan bir deneyde, RoboBee adlı bir robot bir arı kovanına girerek bal arılarının uyduğu komutları iletebildi ve yapay zekanın diğer türleri anlama ve onlarla etkileşim kurma potansiyelini ortaya koydu.
Bu tür ilerlemelerin koruma açısından önemli etkileri var. Örneğin, beluga balinalarının farklı vokalizasyonlarını anlamak, koruma çabaları için çok önemli olabilecek sosyal yapıları hakkında içgörü sağlayabilir. Benzer şekilde, fillerin nasıl iletişim kurduklarını anlamak, çoğalmaları yönünde başarıyı artırabilir. Ancak tüm bu ilerlemelere rağmen, teknolojinin bize sunduğu bu yeni kapının ardında, doğayla daha derin bir bağ kurma ve onu daha iyi anlama sorumluluğumuzu unutmamamız gerekiyor.