Hürriyet Pazar gazetesinin 23 Eylül tarihli sayısının 5. sayfasında yer alan “Telekız devri kapandı artık ‘dijikız’lar var” başlıklı röportaj, yayımlandığı andan itibaren büyük bir tartışma ve tepki yarattı. Konuyla ilgili ilk tepkiler, pazar sabahı saat 04:00 civarı Twitter üzerinden geldi. Amerika’da bulunduğum için saat farkından ötürü akşam saatlerini yaşıyordum. Gazete piyasaya çıkmadan nasıl olur da insanlar okur diye düşünüp şaşırmıştım ki Hurriyet.com.tr’de yayımlandığı için erkenden insanların okuyabildiğini fark ettim. Sonraki gün Ekşi Sözlük’te ve diğer sözlük sitelerinde farklı başlıklar altında konu her görüşten insan tarafından tartışılmaya başlandı.
Hurriyet.com.tr bu haberi manşetten değil, manşetin alt kısmındaki küçük alandan vermişti. Hurriyet.com.tr haberinin altında sadece 5 tane yorum göreceksiniz. Pazartesi günü ise röportajı Milliyet.com.tr ana sayfadan dev puntolarla manşet haber çalışmış, röportajı olduğu gibi aktarmıştı. Bu haber tam bir gün boyunca manşette kaldı. Salı günü de aynı şeyi Haberturk.com yaptı. Yine manşetten, bu defa “foto galerili” biçimde sunmuşlardı. Sonrasında diğer çok tıklanan haber siteleri “bizim başımız kel mi” diyerek haberi iştahla ana sayfa manşetlerine taşıdılar. Ve asıl büyük tepkiler, işte o zaman başladı. Çünkü Milliyet.com.tr ve Haberturk.com başta olmak üzere, haber siteleri sayesinde röportaj normalde ulaşacağının en az 100 kat fazlasına ulaşmış oldu. Benim bu durumu tam olarak kavramam ise zaman aldı. Fakat artık bu konudaki düşüncemi açıklamamın şart olduğunu görüyorum. Zira haber sitelerinin ağızlarından salyalar akıtarak verdikleri bu haber zarar verici boyutlara ulaşmaya başladı. Giriş açıklamasını yaptıktan sonra esas söylemek istediğime geleyim:
Bu röportajı gerçekleştiren gazeteci olarak, internet gerçeklerini göz önünde bulundurmadan bu tarz bir röportaj kaleme aldığım için; ilgili herkesten özür diliyorum. Amacım asla, haberin girişindeki tanımda olduğu gibi böylesine “karanlık” bir dünyaya insanları özendirmek değildi.
Yazı Hürriyet Pazar formatına göre hazırlandı
Her yayının okuyucu kitlesine göre belli bir üslubu, yazı tarzı, sayfa tasarım şekli ve konu formatı vardır. Hürriyet Pazar için, yani basılı olarak yayımlanan ve kitlesinin algı çerçevesi belli bir yayın için hazırlanan bir yazıyı alıp olduğu gibi başka yayınlara aktarırsanız durumlar değişir. Örneğin yönettiğim bilgisayar dergisi PCnet’te yayımladığımız bir “bilgisayarınızın hızını artırın” makalesinde teknik bilgisi yüksek okuyucu kitlesine uygun biçimde bir format kullanırız. Aynı konuyu günlük gazetede veya internet haber sitesinde olduğu gibi, sadeleştirmeden taşırsanız olmaz. Çünkü hazırlanırken, bilgisayar dergisinde yayımlanacak şekilde hazırlanmıştır. Bunu örnek olarak veriyorum. Elbette işlenen konuya göre durum değişir. Malum röportajda olduğu gibi, bir yazıyı farklı bir mecrada çok daha geniş kitlelerin erişimine sunarken de ona göre değerlendirme yapmak gerekiyor. Hürriyet Pazar’ın formatına göre hazırlanmış (ki röportajın tamamı çok daha uzundu, sayfa el verdiği ölçüde gazetede yer aldı.) bu röportajı mal bulmuş mağribi gibi koşarak ve gelecek tıklamaların coşkusuyla manşetlerine taşıyan haber siteleri, şu gelinen sürecin en önemli sorumlusudur. Madem konu size ilginç geldi, o zaman alıp kendi editörlerinize yazdırın, istediğiniz biçimde değerlendirin. Konunun ilk nerede çıktığını belirtmek için de “bu haber Hürriyet Pazar ekinde yayımlanmıştır” deyin olsun bitsin. Fakat hayır, az adamla çok iş yapmaya yeminli haber sitelerimiz hazıra konma konusunda uzmandır. Kopyala-yapıştır haberciliğin en büyük iki ismi olan Milliyet.com.tr ve Haberturk.com’un yediği halt işte bu karmaşanın önemli bir müsebbibi. İçerik formatı hafta sonu ekine göre hazırlanmış bir yazıyı olduğu gibi ve manşetten bağırarak vermenin sonuçlarını görüyoruz. Lütfen sadece benim ve Hürriyet Pazar’ın değil, biraz da o sitelerin “gazetecilik” sorumluluğunu sorgulayın. Bahsettiğim haber sitelerinden her biri, sırf bu röportajdan milyonlarca tıklama almanın keyfini sürüyorlar. Üstelik ellerini hiç taşın altına koymadan, hiç üstleri başları kirlenmeden kolay yoldan “gazetecilik” yapıyorlar.
Benim için önemli bir ders oldu
Hayır hayır, topu başkalarına atıp kendimi bu işten sıyırmaya çalışmıyorum. Fakat geçmiş pek çok deneyim de gösterdi ki, bir şey söylersiniz ve bunun internette nasıl yayılacağını ve nasıl yorumlanacağını önceden kestiremezsiniz. Hiç aklınıza gelmeyen, hiç kast etmek istemediğiniz bir şeyi söylemiş sayılırsınız. Benim başıma gelmemişti, başkalarından biliyordum; fakat insan kendisi yaşayana kadar demek ki tam olarak bilemiyor. Bundan böyle bir yazıyı hazırlarken, onun internette nasıl yayılacağını, nasıl şekil değiştirebileceğini de göz önünde bulunduracağım. Sözlüklerde, gazete sitelerinde ve sosyal medyada yapılan her yorumu okuyorum. Bana gönderilen e-postaları ve tweet’leri de aynı dikkatle inceliyorum. Çünkü okuyucunun ne düşündüğü çok önemli. Çoğu yazarın, kendini okuyucudan üstün ve dev görme hastalığını asla kendime yakıştırmam. Ben de okuyucuyum, ben de bir yazıyı yazanın görüşlerimi dikkate almasını isterim. Okuyucu olmazsa, yazarın da bir anlamı olmaz çünkü. Okuyucu bizim varlık sebebimizdir.
Röportajdaki dilin ve genel anlamda içeriğin özendirici, hatta neredeyse onaylayıcı olduğu yönünde yoğun eleştiriler var. Tanıdığım ve görüşlerine güvendiğim dostlarımdan da benzer biçimde yorumlar almak beni iyiden iyiye düşündürdü. Bu konuda da büyük bir özür borçluyum. Bu röportajı baştan yazma şansım olsaydı, emin olun kesinlikle böyle olmazdı. Bir işi kaç yıl yapıyor olursanız olun, ne kadar önemli deneyimler yaşarsanız yaşayın, daima yeni şeyler öğreniyorsunuz. Maksadını aşan bir üslubun yazıda hakim olduğunu kabul ediyor ve özür diliyorum. Benim kontrolümde yayımlanmış olsaydı çoktan gerekli düzeltmeleri yapmış olurdum. Fakat malumunuz, basılı bir yayında çıktı ve o röportajdan “ekmek yiyen” haber siteleri büyük manşetlerle kullandılar. Benim şimdi kalkıp o sitelere “kaldırın bu haberi” demem sizce bir işe yarar mı?
Kayış gibi suratı olan bir insan olsam, “amaaan ne canımı sıkıcam, iki gün sonra unutulur gider. ne güzel büyük haber yaptım hem” derdim fakat öyle değilim. Bu sürecin her adımı beni etkiliyor ve üzüyor. 3 gündür birkaç saatten fazla uyuyamıyorum, bir hasta gibi iştahsızım. Dudaklarımda yaralar çıktı stresten ve ilaç kullanmama rağmen bir işe yaramıyor. Üstelik memleketinden ve ailesinden uzakta bu süreci yaşamak insana ekstradan acı veriyor. Yani kimse koltuğuna yaslanmış keyif yapıyor sanmasın beni. Bu aşamada, bu açıklama dışında elimden başkaca bir şey gelmediğini görmenin çaresizliği de canımı sıkıyor.
Özetle; böyle olacağını bilmiyordum, asla öyle amaçlarım yoktu, gereken ders alınmıştır, tekrar ilgili herkesten özür dilerim.
Sevgi ve saygılarımla…
Erdal Kaplanseren
Üzülmeyin, ben röportajı hürriyet pazar’dan okuduğumda özendirici değil bilgilendirici bir uslubu olduğunu düşünmüştüm ve hala da öyle düşünüyorum, sonuçta internet üzerinden eskort faaliyetleri yürüten bir dolu üniveristeli genç kız var ve siz bunlardan biriyle röportaj yapmışsınız, bu ilgi çekici bir konu ve ahlaksızca da bulmuyorum, haber değeri taşıdığını düşünüyorum. Bence birçok kişi de benim gibi düşünüyordur.
Bazen internetin ‘sakin’ zamanlarını özlemiyor değilim. İçinde bulunduğumuz dünya hiç böyle değil miydi sanıyorlar? Birilerinin bazı şeyleri kulağınıza bangır bangır bağırması onu daha gerçek yapmaz! Dünya hep kötüydü, ama tek umudumuz daha da kötü olmamasıydı.
bence gereksiz bir röportaj olmuş. kızın bunu marifet gibi anlatması da can sıkıcı.